ÜÇÜNCÜ YENİ

Yakın çağ edebiyatında beş büyük usta var ki, kendi pınarlarını akıtmışlardır. 

Mehmed Akif, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Ahmed Arif, Sezai Karakoç... 

Nazım ve Arif damarı Ahmet Kaya, Yılmaz Güney namuslu solcuların, ozanların, sanatçıların yetişmesine vesile oldu. Mehmed Uzun gibi Kürd Edebiyatı ustalarına da etkileri oldu. 

Akif, Fazıl ve Karakoç damarı ise bugünkü mütedeyyin fikriyatın oluşum mimarıdır. Şahsi kanaatime göre Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, İbrahim Tenekeci gibi şairlerin şiirleri buram buram bu akımın burcusunu üzerinde taşır. Nuri Pakdil ise biraz daha farklıdır, şiir ikliminde Akif ve Nazım'ın izleri beraber görülür. 

Kuşkusuz şiir iki tarzdan, edadan ilerleyecek artık... Sezai Karakoç gibi mânâ iklimine, metafiziğe çokça önem veren betimleyici serbest şiir... Ve Ahmed Arif gibi soylu bir isyan, başkaldırı kokan ekmeğin, emeğin, kavganın şiiri... 

İkinci Yeni baştan sona bu iki kulvarda ilerledi. 2000-2010-2020 kuşağı Üçüncü Yeniye de başka bir yol görünmüyor. 

Postmodern arayışlar hep beyhude kaldı, hiçbiri bir çeşme dahi oluşturmadı. Bir ihtimal istikbalde üçüncü bir pınar olarak yeniden Yahya Kemal edası güncel olabilir. Yeni nesillerin etkileşim sürecine bağlı o da... 

Öykü, Roman tarzlarında yollar genelde hep Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik merkezinde kesişiyor. Hikayede yeni üsluplar elzem... 

Edebiyat camiasında çok iyi akademisyenler de yetişti, yetişiyor. Kıymetinin bilinmesi gerek... 

Eksik şu ki bir bağlantı yok, bir iletişim çatısı, etkileşim merkezi yok, çabalar hep parçalı bulutlu, ideolojik zümrelerin gölgesinde kalmış, edebiyatı tam bağımsız ve kendi kendini patlatacak bir düzeye getirmeliyiz. 

İdeoloji gölgelerinde kalınmadan bir beraberlik oluşursa, kutuplaşma olmaz, ülkenin edebi sahası o zaman, gelişir. 

İşte o zaman aziz vatana faydalı bir miras bırakılır. 

Bilal Yavuz 

BİLİM DİYALEKTİĞİ VE YENİ VİRÜS TEHLİKESİ

Bilimin zalim gavurlar elinde yarardan çok zararı oluyor son çağda, ahlakın, insanlığın, müminliğin önemini bir kez daha anlıyoruz... 

Atom bombaları, yüz milyonların öldüğü yaşanan büyük katliamlar hep dünya medyasının pohpohladığı siyonist, evanjelist bilim adamlarından geldi. 

Dünyanın en büyük katilleri olan bazı diktatörler ve onların bilim adamları hala gençliğe sempatik gösterilmeye çalışılıyor. 

Hakiki bilim adamı insanlığa sadece hizmet ve fayda için çabalayandır, güç ve şöhret için katliama sebep olacak işlerle uğraşanlar bilimin değil şeytanın adamları...

Atom, kimya şifa sektörü için var, onu alıp bombaya nakledene rağbet var oysa ki, ne yazık, dünya gerçekten kıyameti sonuna dek hak ediyor. 

Korona diye bir musibet çıktı, ona da belki bilim adamları sebep oldu, ibret alınacağına haberler geliyor ki ABD bilin adamları mutasyona uğratmış, %80 öldürücü yeni bir korona virüs keşfetmişler deneylerle, sözde kazayla kimbilir ne zaman dünyaya yaymaya çalışacaklar. 

Bu çağda bilim zalimlerin elinde silaha dönüşmüş durumda, hedefleri belli, siyonist ve evanjelist ortak inançları doğrultusunda el ele verip 8 milyar insanlığı 8 milyona düşürmek, haşa Mesih'in gelişini hızlandırma gayesiyle şeytani işlere soyunmak... Düşünsene Mesih aşığı sorsan hepsi, ama yaptıkları işler hep deccalsı...

Oysa Mesih İsa için hadisler ortada, İslam'ın komutanı olarak yeryüzüne inecek Allah'ın izniyle ve bu şeytanların ağababası deccalın hakkından gelecek inşallah... Nice ayetlerin ve hadislerin bildirdikleri hep gerçekleşti, sahih olan İsa ile ilgili hadisler de gerçekleşecek inşallah, gaybı ancak Allah bilir, dilerse dilediği kadar peygamberine bildirebilir. Nasılı, ayrıntısı, detayı... Elbette Allahualem... 

İnsanlığın en alçaklarının en tepede görüldüğü bir çağ, bu da bir hadisin gerçekleşmesi... 

Kıyamet hadisleri zahiri ile gerçekleşirse o zaman nüfusun azaldığını, savaşın da düşük teknolojiyle olduğu tahmininde bulunanlar var, yani korona gibi silahlardan ve yeni dünya savaşlarından sonra kalan azınlıklar içinde, bilemeyiz elbette Allahualem, ama şu kesin ki zalimlerin hedefi bu, insanlığı milyona indirmek... 

O zaman bilim deyip fen deyip hemen herkese kanmamalı, hemen aydınlık görmemeli, insanlığa faydası yoksa, zararlıysa nice kitaplar dahi en vahşi en yobaz araçtır, nice alanlar dahil, zaten en büyük kötülükler, iyiliklerin en yoğun olduğu sahalardan çıkıyor. 

Ayık olmalı, hayır ve fayda gözlüğüyle bakmalı olaylara, gerçek aydınlık, hakiki terakki hep karambolün içinde ayrı ayrı sahalarda azınlıkta, faydaları seçip arıtmalı, kendimize, neslimize öyle katmalı... 

Albert'in sadece zekasından bahsetmek, neden olduğu katliamı görmemek objektif bakış olabilir mi? 

Hakikat ve adalet aşığı önce kendisi hakiki ve adil olmalı, parlatılanların karanlık yanlarını da göstermeli gelecek nesillere, ibrete vesile olmalıyız... 

Ahlakın, vicdanın yontmadığı bilgi aşkı sadece zulme götürür nefsi... 

Bilal Yavuz 


VE GERÇEKLER

Sahte kutuplar, sahte hocalar, sahte hacılar, sahte şeyhler, sahte mürşitler, sahte mollalar, sahte cemaatler, sahte tarikatlar, sahte dergahlar, sahte, sahte, sahte... 

Dünyada bir avuç kalan hakikilerini nereden anlarsın? 
Evvela tebliğin, gayretin ücretini beklemeyecek kimseden, mükafatı yalnız Allah'tan bekleyecek, milletin emeğine göz dikmeyecek, lükse ve israfa bulanmayacak, zengin olsa bile müminlerin garibanları veya orta hallileri gibi yaşayacak, mütevazı olacak, gösterişe gitmeyecek, itikadı ve metodu doğru olacak, Kuran ve sahih sünnete uyacak... 

Sonra enaniyete kapılmayacak, gücün şakşakçısı, saray soytarısı olmayacak, hak namına krallardan dahi çekinmeyecek, cesur ve adil olacak, haksızlığa ilk o susmayacak, sapkınlığa karşı çıktığı gibi kendi mahallesinde olacak katliamlara, tecavüzlere, yolsuzluklara susmayacak! 

Kardeşlerinin rey pazarlığına oturmayacak, dostlarını ticaretine piyon yapmayacak, bidatlerden, batıllardan, şirklerden sakınacak, sakındıracak... 

Gerçek alim tüm müminleri kardeşi görür, tüm müslümanları cemaati görür, tüm inananların birliği için çalışır, faşizm ve holiganlık ondan uzaktır, bütün dünyayı tek bir mescid görür, bütün din kardeşlerini tek bir tarikat... Gerçek alim, dünyalığı din tüccarlığından kazanmaz, infakları kendi havuzunda biriktirerek o bir avuç infaka da engel olmaz, bilakis infaklara vesile olur, gizli ve açıktan, vereni alanla buluşturur, vakıf malının bir hurmasına dahi el atmaz. 

Konuşmak kolaydır, vaaz vermek kolay, hele bilmek, bilgi çağı, nice papaz sözde hocalardan daha çok ezberliyor bilgiyi, veriyi, mühim olan yaşamak, yaşatmak, örnek olmak... 

Alim diye bilinen şu gösteriş budalası, israf ehli olanlardan kaç, uzaklaş sahtekar din tacirlerinden, merhum Said Nursi, Mehmed Akif, Sezai Karakoç gibi yazdığını yaşayan takva ehli, hâl lisanlı ulemaya, mütefekkirlere yönel, uykudan uyan ey can, münafıkların ve menfaatkeşlerin seni kullanmasına, sömürmesine izin verme... 

Sahtelerin ne mal olduğu zamanla ortaya çıkıyor hepsi olmasa da, gün geliyor kiminin nasıl bir terörist olduğu, kiminin nasıl bir çocuk tacizcisi olduğu işte ayan beyan ortaya dökülüyor, daha böyle gizli kapaklı nicesi var, zamanında onlara talebe olanlar işte görüyorsun hep pişman, ibret al ahvalden... 

Şimdi müslümanlar eskiye göre daha bilinçli, artık kandırma piyasasından verim az, şimdi bu yüzden sahte mehdiler de türedi iyice, son on yılda avuç avuç, dolar dolar... 

Sakın kanma ey can, sahih hadisleri iyi incele, kıyamet alametlerini bir bütün olarak iyi idrak et, Kuran'ı iyi anla, kütüb-i sitte oku, o zaman sahtekar mehdilere de, yalancı din tüccarlarına da asla kanmazsın inşallah... 

Din tüccarlarına bakıp dinden soğuma, dini anlarsan kaynağından, dine bakıp din tüccarlarından soğursun... Vesselam...

Bilal Yavuz 

EN GÜZEL AŞK ŞİİRLERİ

EY

Aşkın sardı cana teni
Visalindi hayalimiz
Rızan cennetler cenneti
Hasretlerde nefesimiz

Meded göster bana beni
Kıymetlensin cevherimiz
Sensiz heryer cehennemdi
Senle ateş bile deniz

Şereflenir emrettiğin
Onurlanır söylettiğin
İzzetlenir her seçtiğin
En büyük lütuftu sevgin

Onlar hiç anlamadılar
Bir çöplüğe aldandılar
Oysa orda gerçek diyar
Bile bile koşmadılar

Mutluluğu hak etmeyen
Yürekleri bırak gönül 
Senin yurdun sevda bahçen
Hakiki dostların hep gül

Aşkın vurdu bana beni
Depremlerde mecalimiz
Sevgin cennetler cenneti
Umutlarda çiçeğimiz

Varlık adınla aydınlık
Yokluk emrine amade
Sonsuz nurunla canlıydık
Hürlük Sana kulluk bize

Bilal Yavuz 



HEY

Sevgin akar ilden ile
Yerden yere gökten göğe
Rahmet yağar candan cana
Lütfun damlar özden öze

Sevda içten içe pınar
İhsanın yağar yaşama
Dolanır gönüller zar zar
Dolup taşar ummanlarca

Sevdiğin hep dost aleme
Düşmanın düşman evrene
Geliş Senden dönüş Sana
Meded koma bizi bize

Kalleşlik sarmış cihanı
Kardeşlikler paramparça 
Arar ciğerler felahı
Bir nefes elzem canlara

Nolur bahşet bahçemize
O solmaz aydın soluğu 
Bahar insin hanemize
Çiçeklensin çağın ufku

Ahir zaman bozgunları
Yakıp yıktı ormanları 
Doğa, doğal hep tükendi
Eridi insanlık dağı

Akar sevgin yelden yele
Arzdan arşa, arştan ferşe
Merhametin değer köze
Nurun can verir renklere

Aşkın sarmış evrenleri
Hasret rızana güzeller 
Tesbihle bülbül zerreler
Cennet rızanla cennetti

Bilal Yavuz 






DİYARBEKİR MEDENİYETİ

Dünyada anne şehirler vardır, köklü, mukaddes, havası merhametli, suyu bereketli, toprağı aziz...

Kudüs gibi Mekke ve Medine gibi Diyarbekir gibi... Medeniyetin zirve noktaları, gönül dağı yüce olan kadim şehirler... Ruhu aziz şehrimiz de işte böyle burçlardan biri...

Bir Sezai Karakoç deyimiyle, mecazen, gökte yapılıp yere indirilen şehirler... Sema kokulu, semah burculu, kadim ve asil, zarif ve bilge, evlatlarını yazar, alim, mütefekkir, şair, edip, evliya, arif, filozof, derviş, muallim, usta kılan...

İnsanını keyifle, onurla, şerefle, sosyal, vefalı, hoşgörülü yapan... Hayatın her aşamasında ahalisine bir okul bir mektep bir medrese olan...

Yeri gelince yetimlerine baba olan bir şehir... Yeri gelince susuzlarına yeni anlamlar sunan bir nehir... Sevdamız Diyarbekir... Acımız, sevincimiz, heyecanımız, dayanışmamız, dağlar gibi sırt sırta verdiğimiz görklü belde...

Bu şehri anlamamak, bakımsız bırakmak, yaralarını sarmamak, yalnızlaştırmak, bahçelerinden çocuk gülüşlerini eksiltmek sadece bir bölgeye bir halka değil bir millete değil, ülkeye ve halklara ve dünyaya ve hakikate ihanet...

Şehirlerin de ahı tutar, belki de kötüye giden bu ülkesel süreç, yıldızlarından Diyarbekir'in tutan ahıdır, kim bilir.

Kan kokusu hala geçmemiş sanki, anılarla dolu yerlerde ibretle dolaşırken ruhun adeta genzini yakıyor hava, yitirilen körpe canlar, evsiz kalan garibanlar, evlat yetimi kalan anne ve babaların sessiz çığlıkları sanki şehri dolaşıyor.

Bu şehir savaşı değil barışı hak ediyor, huzuru, gelişimi, güzelliğini rahatça saçabilmeyi... Şu aziz şehirde taşkınlık ve fitne çıkaran, insanı insana kırdıran, ne yaptığının farkında bile değil, sadece vebal almıyor, insanlığa hayırlar yayacak bir anne kentin terakkisine de mâni oluyor, yani bir insanlık katliamına da sebep oluyor. Bu zulümle en çok da kendi halkına zarar vermiş oluyor, kendi ailesine, zümresine...

İnşallah mazide olanlar bir son olacaktır, dileğimiz ve umudumuz kıyamete dek bu aziz şehrin huzur içinde insanlığa faydalı bireyler ve oluşumlar filizlendirmesi, sunması.
Bağını, bahçesini, sırlarını bilge yüreklere açtıkça açması... Anlam deryasını çocuklarıyla dünyaya yaydıkça yayması...

Diyarbekir ile Kudüs... Mekke ve Medine timsali huzurlu bir ortamla, mukaddes atmosferini insanlığa yeniden sunacaktır, emin olunuz...

MEDED


En büyük cennet Hakk'ın rızası, cemalini seyir, muhabbetiyle müşerref olmak...

Cennetler zaten O'nun rızasının yeri olmaktan ötürü cennet, içlerde asla dolmayan o boşluk ancak rızasıyla dolabilir. 

Eksiğiz, ancak rızayla tamamlanabiliriz... 

O'nu en çok seven evliyalar yolunda candan geçenler, can verenler... Aşkın evi mücahid yürekler meydanı... 

Yüceliği yaratandan daha yüce kim olabilir!

Faniler için en yüksek seviye O'nun huzuruna ermek...

Sonsuz kudret denizinin sırlarına sınırlı testimizce erebilmek...

Ancak özgürlüğü Yaradan'a kullukla özgürleşebilirsin, özgürlük O'na kulluğun içinde saklı bize... 

Ancak mutluluğu yoktan var eden
Hakk'a itaat ile gerçek ve kalıcı saadete erebilirsin...

Her şeyini O verdi, sevdiklerini O verdi, sen dahi senin değilsin, seni sana O verdi... 

İçinde evren, dışında evren, alemler içre alemler, varlık O'nun eseri, yokluk emrine amade... 

En elit en büyük en yüce iş O'na kulluk, şükür, ibadet, zikir, tefekkür ve O'nun için yoktan var ettiklerine iyilik, merhamet, kardeşlik... 

Ölümden korkma, sevdiklerinden ayrılmaktan korkma, hepsini sana O verdi, O'nsuz kalmaktan kork yani rızasını kazanamamaktan, sevgisine layık olamamaktan kork... 

O seni seviyorsa eğer yığınlar sevmese ne gam, O sevmezse mazallah, alemler seni sevse neye yarar, ki alemler ancak O'nun sevdiğine dost... 

Gerçeği gör, gerçeğin güneşine karşı göz yuman ancak kendine gece olur. 

Meded ya Hu meded... Bizi bize bırakma, biz bizde ancak savruluş... 

Tut yüreğimizden, ellerimizden, sonsuz rahmetinle, şefkatinle, sevginle sar... 

Bilal Yavuz 

HAKİKAT ÇEKİRDEĞİ

Hristiyanlık ve yahudilik bazı peygamberleri kabul edip bazılarını kabul etmezken, bütün peygamberleri hak kabul eden anlayış İslam'ın doğruluğunun en güzel delillerindendir.

Her renkten, ırktan, dilden, mezhepten, tarikatten, cemaatten, çeşit çeşit insanların müslüman kardeşler olarak bir araya gelip Hac yapmaları, Kabeyi sevgi ve kardeşlikle tavaf etmeleri, insanlığın iyiliği için orada Allah'a dua etmeleri İslam'ın en güzel delillerindendir.

Bugün bilim adamlarının "göğün genişlemesi" gibi nice pek önemli birçok keşiflerinin, ulaştıkları gerçeklerin, 14 asır evvel Kur'an-ı Kerim ile haber verilmesi en özel delillerdendir.

Mushafın bugüne kadar değişmeden gelmesi, tek kitap olması, okuma ve yazma bilmeyen Rasulullah'a böyle muhteşem hitabet sanatı bulunan ayetlerin inmiş olması en harika delillerdendir. Elçinin meleklerden değil de içimizden bir insan olması, Rabbimizin bize verdiği önemi de gösterir.

O Rab öyle yücedir ki, milyarlarca insan O'nun bir sözüyle, bir kitabıyla, vesile ettiği bir elçisiyle iman etmiş, bu da sonsuz gücüne alamettir, milyarlarca can görmeden iman etmiş, görmeden sevmiş...

Görebilene her anımız bir mucize, bir fırsat, alıştığımız için hayret etmiyoruz, oysa ruh ve gövdemizin kainat gibi muhteşem bir evren olduğunu kitaplardan, belgesellerden öğreniyoruz her gün, nasıl bir nimet selinde olduğumuzu unutuyoruz, sonsuz yokluklar içinde var olmak kısmet olmuş, yetmemiş nice duyular ve duygular ve tatmaklar verilmiş, yetmemiş aile ve eş ve dost verilmiş, yetmemiş düşünmek ve sevmek ve yaşamak verilmiş, daha niceler, niceler...

Milyarlarca canlı bizim doyabilmemiz, şifa bulabilmemiz için feda ediliyor, kimse Hakk kadar sevemez ve sevilemez, en güzel sıfatların sahibi Hu... Bizim önümüze canlar bile serilmiş, yetmemiş doğruyu gösteren İslam nimeti gönderilmiş, güneşler ısıtmış, hilaller aydınlatmış, ağır diye korkulan İslam hukukunu bile bugün en seküler yaşayan insanlar haykırıyor, kısas istiyorlar, zalimler için idam istiyorlar, herşey görebilene İslam'ın güzelliğini ve ihtiyaç duyulan gerçek olduğunu nasıl da gösteriyor en parlak bürhanlarla. 

Yetmemiş, dünyanın en özel insanına ümmet olmuşuz, Nebi aleyhisselamın o muhteşem inceliklerle dolu hayatı önümüze rehber olmuş, yetmemiş bugünün yüksek teknolojisinin doğuşu hep müslüman bilgilerin bilim kitaplarıyla olmuş, terakki ve aydınlanmanın, felsefenin dahi en etkili filozoflarının çoğu müslüman, İslam ile şereflenen müslimler dünyaya asırlarca sirayet etmiş, kız çocuklarının diri diri gömüldüğü kuru çölden medeniyet fışkırmış... 

Hakk hazretlerinin eşi, benzeri, ortağı, çocuğu, ebeveyni yoktur, o Sameddir, herşey kendisine muhtaçtır, ancak herşeyi yoktan var eden birşey yoktan var edebilir, ancak birşeyi yoktan var eden herşeyi yoktan var edebilir, Yaradan yaradılamaz, yaradılan yaratamaz, yokluk ile varlık alemlerine ancak tek bir kaynağın gücü hükmedebilir, bunca ırmak ancak tekbir uçsuz ummandan dökülebilir, kusursuz intizam birliğine, tekliğine en muhteşem bir bürhandır. 

Ancak kendi kabımız kadar biliyoruz denizi, oysa daha ne sonsuz sırlar ne sonsuz ilimler ne sonsuz hisler vardır kim bilir, elbette yalnızca O bilir, herşeyi sadece O bilecektir. 

Güzelliği yaratandan daha güzel kim olabilir, iyiliği var edenden daha iyi kim olabilir, doğruluğu ol emriyle oldurandan daha doğru kim olabilir? En güzel isimler, en güzel güzellikler, herşey, herkes O'nun, varlık ve yokluğun dahi sahibi O'dur. Her nefis ölümü tadacak, yalnız O'nuz zarı baki kalacak, hiç ölmeyecek, ölümü yarat O iken haşa nasıl ölebilir! Doğumu yaratan haşa nasıl doğabilir! Tüm eksikliklerden münezzeh ve benzersiz tek İlah iken O, haşa mahlukat gibi nasıl çocuğu olabilir, elbette olamaz, İslam'ın Tevhid güzelliği hak oluşuna nasıl da delil, onca batıl inanç onca karanlık da ışığa, gerçeğe bir delil... Zira ışığı ancak o karanlıklar o batıllar etrafında olmasına rağmen parıl parıl patlamasından anlıyoruz, kıymetini idrak ediyoruz. 

Ulu bir çınarın programını bir tohumun DNA haritasına anında kodlayan o kudretli o sübhan Rabbimiz; kalbimizin aklını, aklımızın kalbini, hidayetin ışığından ayırmasın, bizi daima adil ve hayırlı dostlarından eylesin, amin, velillahilhamd... 

Bilal Yavuz 

DİRİLİŞ


Eski Diyarbekir'i özlüyorum. Çeyrek asır evveli... Doğallığın bozulmadığı zamanlar. Biraz büyüyünce mahalleden arkadaşlarla maçlara gitmeye başlamışız. Diyarbakır spor birinci ligde göğüsleri kabartıyor. Çocuklar büyüklerle maçlara giriyor.

Mardinkapı restorasyon adı altında bozulmamış, dut ağaçları yere kadar salınıyor, Mardinkapı mezarlığına uzanan sırat köprüsü gibi bir mermer yol... İri yarı karıncalar ordu gibi üstünde... Eski kapılar satan adamlar... 

Tezgahlarda radyo sesleri, başlarda büyük kutularıyla, tepsileriye gençler dolaşıyor, onurlu, rızkının peşinde. 

Tütüncüler, yoğurtçular, iş hanları, yüksek komşuluk, ahlak henüz çökmemiş, küçelerde dedelerin dengbej sesleri...

Nineler ve torunlar tandır başında, başlarında Kürd oyalı yazmalar, ellerinde helal lokma.

İnsanlar birbirine düşman gibi bakmıyordu, çok iyi hatırlıyorum, tebessüm hakimdi, şimdi herkes birbirine korkuyla, herkes birbirine zan, şüphe...

Telsizli telefonlarda yılan oynamak büyük lüksümüz... Atari salonları çocukların kahvehanesi... 

Henüz din tüccarları, dinci maskeli teröristler peyda olmamıştı, dindar ve seküleri hoşgörü içinde iç içe yaşardı.

Irak Kürdistan'ından "kaçak ürünlerle" donatılmış pazarlar... Güvercinler, civcivler, tavşanlar her yerde...

Bugünkü kadar park yoktu, ancak insanlık daha çok vardı, o zaman gönüller park gibiydi, mahalleler güllük, gülistandı.

Ahmet Kaya nağmeleri yükselirdi çarşılardan, dükkanlarda Yılmaz Güney resimleri, Ahmed Arif şiirleri...

Kırklar dağı henüz incitilmemişti, ilahi bir havası vardı Dicle, Ongözlü kardeşlerin.

Buğdaycı pazarları, eski hal gibi şimdi hayalet evi olan mekanlar şendi, düğün yeri gibiydi, pazarcılar neşeyle çığırırdı.

Para az basılıyor, maaş azdı. Ama hayat bugünkü gibi pahalı değildi, ürün boldu, ekonomi canlıydı, böylesi çökmemişti.

Hiç unutmam, çeyrek altınlar 3-5 liraya alınırdı. Son model İphone gibi telefonlar o dönem çıksa çoğu insan alabilirdi bence, zira durumlar bugünden iyi, fiyatlar bugünden ucuzdu, 1 dolar 2 lira ediyordu.

Şimdi ne maneviyat ne maddiyat ne hayat... Milenyum çağları dünyaya teknoloji le tanışma, sağlıkta devrim reformlar iken, ülkemize ise yüzyıl geriye götüren bir ekonomik buhran, kutuplaşma savaşları, psikolojik kaoslar...

Bir sevdaydı Diyarbekir... Şimdi onurlu hafızalarda kadim bir anı... Yeniden dirileceği günü bekliyor hasretle...

Bilal Yavuz

AMEDYA KRALLIĞI

(FANTASTİK ÖYKÜ) 

Civarı alev alev kor gibi yanan kara bazalt surlarla çevrili bir merkezdi Amedya Krallığı…

Surlar birbiriyle bitişik, atan bir yüreği andırırdı kuş bakışında. Öyle bir krallık ki, kırk krallık, yüz şehir bu krallığa bağlıydı.

Maddenin ve mananın en kıymetli eserleri bu krallığa akardı. Sanatın, bilimin, medeniyetin, felsefenin beşiğiydi.  
İnsanı edepliydi. Ahlak ve adaletin fazilet olduğu bir krallık, dünya üzerinde fazla görülemeyecek bir güzellikti.

Adil Kral Jarya; iyi, cesur ve adildi. Kardeşi Ğoğ ise tam tersiydi. Bir zaman geldi ve kralı tılsımlı bir darbeyle tahtından indirdi, alçakça hançerledi.  

Kendisine itaat etmeyenleri krallığın dışına sürdü. Krallığın dışı efsunlu ormanlarla, devasa canlılarla, fantastik varlıklarla doluydu.  
Ölüm nehrinin kıyısında hayata tutunmaya çalışırdı sürgünde olan iyi halklar... Suçları karanlığa boyun eğmemekti.

Kralın sağ kolu ve kahraman bir komutan olan Med, askerlerinin ihanetine uğramış, kralı koruyamamış, ölüm nehrinin de ötesine sürülmüştü.

Hanımı Zerya, isyan sırasında evladına gebeydi. Beklenen erkek çocuğu doğarken Med’in kollarında vefat etti. Med, evladına Gord ismini verdi.

Gord’a bildiği her şeyi öğretti, onu merhamet ve cesaretle yeşertti, büyüttü. Gord henüz taze bir yiğit iken kahraman babasını da hastalıktan kaybetmiş, kimsesiz kalmıştı.  

Artık hayatta yalnız bir fidandı. Aylarca bir başına yaşadı, keşfedilmezleri keşfetti, girilmezlere girdi.
Korkulan efsanevi yaratıklarla dost oldu. 

Cüce dinozorlar, gümüş ejderhalarla kardeş gibiydi.
Babasından ona yadigâr sadece iki şey kaldı, biri kanatlı bir arslan olan Zozo, diğeriyse efsanevi aşk çeliğinden yapılan çift çatallı bir zülfikar kılınç... 

Zozo yoldaşıydı, her yere onunla giderdi. Zülfikar ise en karanlık zamanlarda bile yolunu aydınlatır, karanlık varlıklara karşı desteği olurdu.

Zozo da ağzında dinmeyen ateşi ve çelik pençeleriyle Gord’un daima arkasını kollardı.
Bir gün Gord bir kadını bin gözlü bir devden kurtardı. Kadının adı Tark, künyesi sufiydi. Vav dağlarında yaşayan bir evliyanın körpe çiçeğiydi.

O ilk bakışta birbirlerine sanki asırlardır bu anı beklermişçesine bağlanmışlardı, kördüğümleri bükülmez hislerden örülmeydi.
Tark da Gord gibi savaşçıydı, çağının kadınlarının en cesuru, mahiriydi. Evlendiler ve yüzlerce yiğit çocukları oldu.  

İnançları tevhid, davaları vahdetti. Tek rableri olan Allah, bu iki kahramana şanlı bir nesil nasib etti. Şereflerine şeref kattı.

Gord zamanla sürgün halkları da himayesine aldı. Amedya Krallığının dışında, şimşeklerle korunan gizemli Kırklar dağının arkasında yeni bir şehir kurdular ve krallıklar gibi örgütlendiler, güçlendiler.
Ölüm nehrini yaşam ırmağına çevirdiler ve adına Dicle dediler. Gord Rabbini hep dost edindi. Rabbi Gord’a dost olunca iyiler alemi Gord’a dost oldu, Hakk’a aşıkların mahşeri, meclisi yeniden dirilişe geçti.

Bedenlerdeki antikorlardan, yürüyen delişmen dağlara, konuşan gizemli ağaçlara, boynuzlu kısraklardan gümüş kaplanlara, gökkuşağı kuşlarından ağlayan bulutlara kadar tüm iyiler, güzeller, doğrular, dürüstler, sırlılar Gord’a dost oldu.

Gord’un sevdalı ordusuna katılmak için en mazlum halklar da yollara düştü. Amedya Krallığı olanlardan habersizdi. Bir görünmezlik kalkanı aralarına set olarak çekilmişti.  
Asırlarca sürebilecek efsanevi bir birikim, yıllar içinde gerçekleşmişti. Ğoğ, şehid ettiği kral gibi tevhid fezasında değildi. İblis’e köleydi.
Gord ve Tark’a uzun bir ömür nasib oldu. Ğoğ da uzun yaşadı. Ğoğ yüzelli yaşına geldiğinde Gord yüz yaşına gelmişti.  

Sonra o esrarengiz muhkem Set ortadan kaldırılmış, Amedya Krallığı kötüleriyle onlara bağlı kirli krallıklar, Gord’un destansı şehrinden ve efsanevi ordusundan haberdar olmuştu.
Kötü ruhlar her yerden gelip Amedya Krallığında toplandılar. Ğoğ o batıl gücüne güç katmıştı. Karanlığın ordusu surlara sığamaz olmuştu.

Amedya kadehi geceyle dolup taşınca, Dicle’ye hücumlar başlamıştı. Yaşam ırmağını yeniden ölüm nehrine çevirmek için deccalsı çeteler saldırı düzenliyordu.  
Gord’un mukaddes orduları hücumları cesaret ve azametle karşılıyor, savuşturuyordu.
Ğoğ’un dev gece yarasalarını, Gord’un şafak kartalları ışık pençeleriyle paramparça ediyordu. 
 
Tırpanlı ruh emiciler, ışık puhularının akşam yemeği oluyordu. Gümüş ejderhalar göklerde, metal gövdeli cüce dinozorlar ise arzda devriye geziyordu.
Bedenlerde Ğoğ’un virüsleri yayılınca, Gord’un antikor askerleri devreye giriyor, illetleri iyilerin vücudunda etkisiz hale getiriyordu.  
Mücadele dolu zamanlardan sonra devran dönmüş, Amedya Krallığında kötüler köşeye sıkışmışlardı.  
Amedya surları, dokuz hilal suretinde ordularla çevrilmişti. Kale soylu bir muhasara altındaydı.
Ancak tam bir fetih gerçekleştirilemiyordu. 

Kuşatma aylarca sürdü. Bir gün Gord bir rüya gördü. Bin yıldır uyuyan adamı bulması gerektiğini anladı.
Dünyanın her yerinde Tark ile beraber, göküstü ve yeraltı şehirlerinde, uyuyan adamı bulmak için yola koyuldu.  

Bir dönem arayışlarla geçti. Gittiği her bölgede mazlumlara çare oluyor, zalimlerinse gördükleri son yüz oluyordu.  

Bir gün çölde bir rüzgâr ejderine rastladı. Ejder rehberlik edeceğini söyledi. Ancak bunun bir bedeli vardı.  
İşin sonunda Gord’un baba yadigarı bineği Zozo’nun kendisiyle kalmasını istemişti. Başka çare yoktu. Sözler verildi. Arayışlar başladı.

Fırtına Ejder, onları yeni bir boyuttan geçirdi. Yedinci boyutta bambaşka bir alemin içinde sırlı bir sandukanın bağrında uçan bir ülkeye uğradılar.
Yedi kat karanlıkta bir kuyunun içine çekildiler. 

Dar kuyunun dibinde geniş bir vadiye indiler. Vadinin ardınca uçsuz bir okyanus dibinde sırlı ormanlara daldılar. Derin bir ağacın içine girdiler.  

Bin yıldır uyuyan adamı uyandırdılar. Gerçekleşmesi gerekenler gerçekleşmişti.  
Gord, Ğoğ’un şeytanlarla iş birliği yaptığını öğrendi.  

İfrit zincirlerini kırıp Amedya Krallığını fethetmek ve yeryüzündeki tüm krallıklara egemen bir efsanevi imparatorluğa dönüştürmek için Mukaddes Beklenen’i bulması gerekiyordu. Adı; Kadim Asa…

Bu asa ile ancak Gord, vampirlere, hortlaklara ve ifritlere de boyun eğdirebilecekti.  

Kadim Asa; cinsi bilinmeyen hayat ağacından, başında yanan bir zümrüt olan büyük ve uzunca bir asaydı.

Bu asadan çıkan mukaddes ışık, görebildiği tüm karanlıklara hükmederdi.  

Bilal Yavuz 

ŞIIR


Yoksul Çocuklar


Romantik din tacirleri

Ve münafık

Siyasetçiler için

Sadece bir

Fotoğraf sanatıdır


Üstüne türlü entel yorumlarla caka satıp

Sonra hemencecik unutulan


O çocukları anlayamazdı zaten

Ömründe

hiç

açlıktan

uyuyamamış olan


Kemiğe alışmış tasmalı bir ruha

Nafile

Gökyüzünü anlatamazsın


Bilal Yavuz


TÜRKİYE BAHÇESİ


İyi bir okur olmanın yolu iyi bir yazar adayı olmaktan geçer, istikbalde yazar olmayı tercih etmesen dahi, bu pozitif geçmiş insanı iyi bir düşünür, aktivist kılar.
Diyarbakır'a, Güneydoğu'ya, Anadolu'ya kuvvetli bir yazarlık atölyesi gerek... Her vilayette, her ile her ilçeye...
Biçilmeyecek tarlayı ekmek beyhude çaba...
Üretmek için tüketilir.
Üretmeyen genç sağlıklı tüketemez. Hikaye, Şiir, Senaryo, Roman, Deneme, Makale, Piyes, Jurnal...
Edebi sahalarda yalnızca seyirci olmak insanı ve toplumu ileriye taşıyamaz, iyi bir seyirci ve iyi bir oyuncu, işte bu daha verimli...
Mütefekkir, Alim, Filozof, Aktivist, Mucid, Düşünür, Arif, Bilge... Bunlar ancak hem okuyan hem yazan bir milletten çıkar. Tek kanat gövdeyi uçuramaz...
Ünlü bir yazar olmak için yazmak zorunda değilsin, daha çok beğeni, daha çok kitle için asla yazma... Bunlar sığ hevesler, avamın hepsi okusa ruhun eline geçecek olan nedir? Evvela kendini geliştirmek, tanımak, keşfetmek için yazılır, eser üretilir.
Sonraki hedef eserin hak edenlere, liyakat ehline ulaşımıdır, maksad onlara da katkı vermektir, toplumsal ilerleyişe vesile olmaktır.
Türkiye gemisi basit bir kayık değil, bir kaptana değil milyon kaptana ihtiyaç var, bu gemiyi ancak milyon çaba ilerletebilir.
Kürd'ü, Türk'ü, Arab'ı, Zaza'sı, Laz'ı ile ve anadilleriyle ve lisanlardaki üretme, eser çabası ile bir millete yön verilebilir. Her rengin vicdanlı bilgesi o kulvarın başını çekecek... O sahada okuyan ve yazan, yani icraate elverişli güller yetiştirecek...
Türkiye bahçesi, Diyarbekir bahçesi ancak böyle oluşur. Yeni projeler, buluşlar, keşifler ancak üretken bir çocukluk, gençlik yaşayan zümrelerden çıkabilir.
Şu iktidar ve geçmişte kalan niceleri bunu göremedi, hatta sevdiğim merhum Erbakan hoca bile... Üstad Sezai Karakoç bunu görmüştü ama iktidar olamadı...
Yeni hayırlı iktidarlar inşallah bu gerçeği görür de, artık yerinde saymaz bu ülke, umarız, umudumuz...

BİR YÜREK ÇAĞRISIDIR

Türkiye çok yorgun
Kandan, gözyaşından, ırkçılıktan, yolsuzluktan, kamplaşmadan
Türkiye tükenmekte
Haksızlıktan, hayınlıktan, fitne fesattan
Aziz Millet perişan
Haramiler kesmiş yolunu her koldan
Emeğidir, alın teridir heba olan, israf edilen, yutulan
Mazlumun ahı sarmış yeri göğü hey
Yutulmuş yetimin hakkı
Kaybolmuş katrilyonlar
Bu ülkeye bir başkan gerek
Senin gibi dürüst ve şeffaf
Sayın Ali Babacan 
Ahlaklı, vicdanlı, sözünün eri liderlere hasret kalmışız 
Yalancılar sarmış her tarafımızı, bitkiniz, usanmışız
Sen varken en rahat dönemini yaşamıştı Türkiye 
Daha iyisini dahi yapabilirsin güveniyorum 
Ülkenin tarihinde bir ilkti gayretin
Sensiz geminin hali ortada ey can 
Efkârlı anneler, dertli babalar hatrına
Gülüşü, geleceği çalınmış çocuklar aşkına 
Mesulsün ve mesulüz, davran
Çek çıkar ecdadın mirası vatanı şu bataktan
Çıkar ki dualar bahtını arşa değdirsin
Çıkar ki biz yiğitler omuz verip dağ olalım
Çıkar ki zalimleri tahtından söküp atalım
Şanlı ceddin şerefli nesli köleliği hak etmiyor
Karın tokluğuna seherden geceye kadar bir toplum zulüm görüyor
Ev almak işe girmek hayal olmuş, gençler hapsolmuş odasına, evlenemiyor
Aile kurumu çökmüş, şu yoksullukta boşanmalar zirvede
Çocuklar hep yarı yetim kalmış
Zümreler adalete susamış
Bu bir yürek mektubunun şiirleşmiş halidir 
Öyle bir dağılmış ki Anadolu
Toplasan bir sen toplarsın vaktindir
Onar kırgın kanatlarını ülkemizin
O kartalı yeniden ancak sen uçurursun
Bu ülkeye bir başkan gerek 
Senin gibi onurlu, namuslu 
Bizi yalnız bırakma
Çevir dümeni yeniden gülsün Türkiye
Gülsün güzel insanlar, pekişsin kardeşlikler, erisin kalleşlikler
Herkes kendi dilinde, kendi renginde
Türkiye sevdasına içten sevgi taşısın 
Rengarenk olmanın kıymetini tatsın gönüller
İhlasın, birliğin tadına varsın
Bu ülkeye bir başkan gerek 
Senin gibi güler yüzlü bir kaptan
Sayın Ali Babacan 
Türkiye bahçesi umutla yeniden yeşermek ister
Lazımdır bir usta bahçevan 
Hakk aşkına, hakikat aşkına, hakikiler aşkına 
Zülfikârın adalet ve hürriyet olsun 
Deva ol dertlilere
Türkiye dönsün öze
Sarayın dualı yüreklerde inşa edilsin
Deva ol dertlilere
Adalet gelsin dile
Solanlar baharla yeniden açsın 
Deva ol dertlilere
Anadolu insanlığa bir kıta olsun 
Kavuştur elleri
Barıştır gönülleri
Buluştur hayalleri
Adnan Menderes gibi
Sen de aslına döndür 
Büyük Cevheri
Doğunca barışın cesur güneşi
Savaşın tüm karanlığı kaybolur 
Meşale senin elindedir
Tutuştur sevda ateşini
Aydınlık yarınlar 
Düşlerimizin olsun 
Huzurlu baharlar
Gerçeklerimiz olsun 

Bilal Yavuz