AŞK ŞİMDİ ZERYA


ebaneler hasretini haykırır
hasretini, mahzun, hazalsı
serden geçer serdil avaşin
nazarın nazarıma 
karışır durur delal
gözlerin sırılsıklam cehennem
gözlerin zelal
dilzarımda hivbanular yeşerir
dilaverlere dilvanlar yaraşır
rotindalar rolêdalara

bir rojdalık ömrü var 
suçsuz kelebeklerin
bir jiyanlık nasibi ıssız sevenin
gönül hekimidir
gülüşün hep baharda kırağı
ve cehennemin dibi gamzelerin
hemdemiz, nefes nefese
bağdaşız şahına kadar bağdaş
ve haldaş, sevdiğim
yardaş, Allah’ın aşkına

gecekondu masumiyeti
yoksulluk berraklığıdır
mahcup yüzlerden okunan bozlak
tozlu tülbentlerinde nenelerin
cennet kokularından bir şelale
sorma nasıl, bilirim
fakirhanelerin evliya saflığına
yetişemez softa burjuva
yetişemez nazenin

başı ustura tıraşlı
hovarda peştamal çocukları
kenar mahlesinde zor ızdırabın
antik bir hevesi büyütür
acılar havuzunda boy verir
hüznü boylar havuşlar
caddelerde boy gösterir 
yürüyen mezarlıklar
saçaklara ayrılıklar konar

oysa kalbin, tetik kadar dinç
namlu kadar filinta
mermilerin şarjörlere dönmeyişi
kadar yaşlıydı döşünde
döşün ki, nerdeyse çatlayacak
şehvetin vahşetinden
döşün ki alayına yetecek kısrak
emzirirken ruhları
hey ciğeri kınalı, güneş yanığı
baştan ayağa Diyar
tepeden tırnağa Bekir
yüreği bronz kentim 

sevmek şimdi zerya
konuş ki, dilsiz iblise
dönüşmesin susmaya alışanlar
konuş ki mertlik bulaşsın
korkudan geberen asalaklara
susma ki delikanlı şehrim
hayın başbuğların 
mabadını yalayan
kıraç itlerin puşt devri
vaktidir, hitama ersin


GÖZLERİN DİYARBEKİR


yeşil pulat pencere
yeşil sis yeşil tütsü yeşil ziya
acılar denizinde yananları
hüzünler yangınında donanlar anlar
dinle atmosferin bekaretini
şehid sahabelerin 
mahzun külliyesinde
her çeşme bir şelale vecdin feyzinde
kuşların ve taşların zikirleri
erir birbirinde kadim cezbeyle
el pençe divan gölgeler
dizilmiş kandillerde tutuşan esrar
yankılanır duvarların teninde
sanki yer göktür, göklerse zemin
bağrında ashabıyla 
firdevs kokan camide

diyesin ey ulu belde 
şimdi hutbe sırası sende
kelamsız, burgusuz 
duyabilen canlara
kepenkleri indirilmiş özlerin
marşı eser etinde
damağında cevherin öbekleri
ervahın şöleni
çarpar durur göğsünde
asude şafakların nasıl da gür
sancağının fecrinde
suskulardan örülme mahşer sanki
kıyamet kıyamet yeşeren diriliş
şahdamardır
atar genzinde

ve lale nehridir
akar akar da taşar kaburgalardan
kadınlar kaynatır buğdayını
damlara, avlulara serilen
güneşte kurutulan
çığlıklara dönüşür dargın bergüzar 
gülünce gözleri
kuşlara dönen haminneler
tırpanı her vuruşta 
Allah diyen kadim rençberler
çeliğe çifte su veren 
evliya demirciler
Rahman’ını ameliyle sevenler
can sevdanı haykırır 

kızıl gökte sarı hilal gözlerin
kendini dağlara vurur
serilir öksüzlüğe keçe yolluklar
kırılır fanusları sevdamızın
yorgun Diyarbekir
lorîninde yeniden doğar
şimdi nereye gidersen git hicret
yanar köşklerin
yanar Hamravat
kavrulur Seman
şimdi her can biraz sensizliktir
her aşk biraz hicraniye
gitme diyor semaver
bitme diyor dağlar, taşlar, kavaklar
can kınına sığamıyor Dilaram
açar dokunduğun
bütün koğuşlarda
narin nûbihar


VEDA TEPESİ



Kudüs'ün ürkek gözyaşları
Diyarbekir'in gözlerinden akar
Tunus'un yanaklarından sızan
Kahire'nin koyu kanıdır
Şam'ın sonbahar saçları
Dökülür derisinden Yemen'in
Medine tüter Mekke'nin burnunda
Düğümlenir boğazı İstanbul'un
Vedâ Tepesinden uyanış doğar

HIZIR KÖŞESİ


göğün göğüyüz biz, yerin yeri
niceye Süreyya, niceye bağır
testin kadarsan, günahımız ne
ya kıl taat, ya cezbemizden delir
ki yokluk, varlığımıza delil
ki yokluk, yokluğunuza tülbent
içimiz var, içimizden içeri
ve dışımız, dışımızdan dışarı
vur testini, ne dış kalsın, ne içi
lamekânda bulunur bu define
aşk, öyle bir uçurur ki kimini
aşk dahi bilmez uçanın yerini

BERFİNELLA


ve nazenin ruhunuz 
nasıl da kendine bakan bir ayna
suyun uzanışı gibi dere yatağına
en tenha lambalar bile
çattı mı kavuşmalar çakmağı
dayanamaz geceye, yakar bendini
işte seni öyle sevmemiştim

kalması bile gitmelere benzeyen
bir vefalıyı nasıl ikna ederdin ki
can kıyamıyor çıkmaya
çakılar yeşeriyor etinde
uzuyor, uzuyor, uzuyor gözlerin
gökleşiyor yağdıkça düşlerin
denizlerle göklerin kavuştuğu çizgiye
şimdi aşkın baktığı
her yöre Berfinella

dal en çok tutunduğu çınara kırılırdı
bazı şeyler konuşmayarak
dinlemeyerek öğrenilirdi
çağa iki vicdanlı, iki yürekli gerek
öyle dağ gibi durduğuma bakma
dal gibi kırılırdım doğru yerden sarınca
badem çiçekleri açan
ağaçlar gibiydi bazılarının kalbi
mevsiminde anlaşılır
şimdi nereye gitsek Berfinella
gözün gözü görmediği aydınlıkta
masum bir karanlık 
yakmaktı vacip olan

gidersin, bir yarım çeyrek kalır
oysa hüzün mutluluk Berfinella
acılar bahçesinin 
çilekeş güllerine
Çayönü, Körtiktepe neolotik mahzun
cehennem teninde
taşar can nehrinden körpe Hasuni
alnında mağara serinliği
yüreğin gönülden Hira kokar
kadim şehrim toprağa 
sığmıyor Berfinella

surların gözyaşları
eritir sırların kalesini
hıçkırır aşkın burçları
Berfinella dolar ciğerleri kentin
mazgalların karasında
yankılanır geçmişin çığlıkları
Asur hüznü sarılır bağın bağrına
aniden bastıran
yağmurlu bazalt kokusu
tahtını sallar 
kral çocukluğumun
aşk kağıda sığmıyor Berfinella
gönül sadra sığmıyor Berfinella

hepsi geçer, kancık kibirler
tamponu şişkin şımarıklar 
binbir yüzlüler, alayı geçer
her zifir gömülür, üzülme
Diyarbekir kıyamete dek kalır
işte bunu bilmek
aşkımıza yeter Berfinella

BEHRAMPAŞA


muhteşem Selimiye benzeri mimari
Mimar Sinan üstadın ustalık eseri

sekiz sütun gövdesine taşlardan
birer kördüğüm atılmıştır sanki

kimsesiz Suriçi’nin dilsiz sokaklarını
bir şölen yerine dönüştüren incelik

eksik olmaz rahmetli avlusundan
çocuklar, kediler, kuşlar, böcekler

gelin bir de buradan izleyin gelin
haşmetli İslam medeniyetimizi

karnaslarda Süleymaniye ihtişamı
kitabelerinden belli Sahabe şehri

minberinin külahı çiniyle kaplı
kapısında bir şaheser su mermeri

satranç kufiyle yazılmış dört koldan
semah eden Habib-i Kibriya isimleri

kuvarsı cezbede kendinden geçmiş
İznik çinileriyle kaplı kadim duvarlar

mihraplarında saflığın ülküleri
kara bazalt taşlarından bir şiir sanki

saçı örgülü yıldızlar iç mukarnaslarda
döşü geniş kubbesiyle muntazam estetik

metafizik gerilimler tozan ışıklarında
vakardan metaforlar dimdik sütunlarında

sekizgen yapısıyla; hazin yalnızlığıyla
âlî devletimizin bir türbesi gibi şimdi

diktörtgen boşluklara dolan yaşamak azmi
ecdadın ervahını hissettiren külliye

geçmişle geleceği buluşturan bir meclis
Mimar Sinan’ı Şeyh Galib kılan taş üstünde

kalbi Dicle diye çarpan bahtın rüzgarında
bir çizgiydi bulutlardan Behrampaşa Cami



ZOZAN



serin Anzele pınarı 
karışır Arbedaş sularına
içerin Zerzevan kalesi
yüreğinse yorgun 
Hevsel kuşlukları
baharda kengeri 
yazın dutu, eriği 
gözleyen katıksız halkı 
kendi kalbinden başka
yenemez kimse
öğrenecekler Zozan
hey nava dılê mın
dört yanım hozan
yanık çarşıda türkün duyulur
cıvıl cıvıl öter buğday pazarı
dar sokaklarda yangın rüzgarın
alnıma yokluğunu savurur
üstüm başım kelepçe
aklım fikrim Zozan
viran bağ köşküyüz şimdi
esamemiz okunmaz
Fiskaya şelalesi yağanda
bir uçurtmalık canı kalır
filinta uçurumların
gözlerinle gözlerimi bırakma Zozan
donarak can vermesin bakışlarımız
susmasın erbaneler
susmasın çığlık 
çığlığa sessizlikler
konuşsun Zozan
çığırsın dilsizler

GÜVERCİNLER ÇARŞISI


şükran toylarımızın
sesi gelir aşiret çadırlarından

obamız hayran
otağımız kurban

kıl çadırda yer sofrası kalbin
serilmiş razı
serilmiş padişahına kadar

Nur burcunda ciğerim ağarır
külahına dek kufi
ebebulguru

saçlarında nesih yazıtlar
döşlerin kesme bazalt döşeli
mukarnas bezemeli

yazmalarca beklenen yankılarda
kurşunlu kubbelerin

Halilviran köprüsünde hey canım
düşlerin hıçkırır
sazlar kavrulur
yanar sazlıklar

Nevruz neşesi saran  köşelerinden
bir firak hüznü
tüttürür dağlar

kavun rayihasına karışır
karpuz burcuları
çörtenlerden bin rahmet damlar

demirciler çarşısı orkestra
sadrı tonozla örtülü

ceylanlar salınır
filintalar ormanında

Kazancılar Hanı mürd
suskun kaya mezarlar

Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
bağlanıp budaklansın

yeter ki kapılma
çeper çağın ağına

can akar yolunu bulur
yeter ki solmaya

yaşamak sevincin
iki gözümün goncesi

RÜMEYSAH


sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen Bereket Han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin

raks eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin

ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin

Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
gurbetimin teli kopmuş sazımda
deli taylar uçar durur bağrımda
seven ruhta fren tutmaz Rümeysa

konmaz öyle her dala sev devrimi
sütü zift, balı zehir semahında
uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
can kınına sığamıyor Rümeysa

bahar gamzelerin Fındık burcudur
müridi, mürşid kılar tek bakışta
dergahında cerenler kuruludur
aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa

ROZERYA


yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna

ellerin kelepçe ellerin zozan
gözlerin zor kafesler
gözlerin zilan
içerin Kralkızı içerin mahzun
alıngan, kuğumsu
hançerem hançerli
suskum sahipkıran
bir masum pusuda tahtırevan

söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya

yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin
daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin

gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında

hal böyleyken hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik
çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk

bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan aziz toprak
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca

ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
yitik insanlık
hangi dağın ardında

AMEDYA


ranzalarda Anzele serinliği
Arbedaş Kapısı
yüreğin dolar
Nasuh Camisinde Ömeroğlu
Nasıriye Kalenin Halidoğlu
bize Amedyalı derler hey cano
mazluma safdil
namerde sarraf

şimdi ne Küpeli ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri

ürkek avlu mırnavları
ceylansı hafız kızlar
kadim Zinciriye
kokar çocukluğum
Benusen burcunda sesin
girer düşlerimin rüyasına

hatıralar deşer
hatır yarasını
Hançepek türküsü yakar
babasının ciğeri filintalar
öksüz içerin
Zembilfroş dumanı

sürgüler çekilir
durur hücremde
tütsüler doğurur
yetim Bircuşah
kaynatsın ahımızı
dadaş Haburman
sağsın zor hüznümüzü
aygın Malabadi

kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz

Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati

Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi, bizim gibisi

DORU (NUPELDA)


poyraz yanar, kandiller üşür
Nupelda
suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece
dokunsan, ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek

ve bakışlar, çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine, boyunca usul

bağırda dalgalar kayalığa vuranda
diyar gözlü, bekir yürekli
filinta baharlar birikir yeldama
gurbetin, hançeremde kelepçe

ranzamda, kahırdan darmaduman
ağarmış anlıklar, gurbetin
maral titrekliğinde, soluk soluğa
bir cezbeden yadigar
bahadır, külhani yakalardan
ve mahzun, namus burcu
niyetli, meçhul denen ferdalara

umutma Evîn
gevherin kışlatma
avlularda serpilen gonceler hatrına
kenar mahlesinde dar bulvarların

gül hevesler kurutmuş
başı hep ustura tıraşlı
oğullar etmez hayınlık
yokluğun ebubekir dostluğuna

çünkü yaşamak bu küllüklerde
dakik bir vaiz kuzulara
ve sıtmalar, ardın sıra kan ter
ardın sıra tutuklu, kısık
iner gibi sürgüler hücre odaya
görüş günleri ıssız
volta demleri öksüz, dımdızlak

cehennem kesiği gerdanlar namına
hiç değilse düşlerim, boran
savur çeltik yaylana, pamuk ovana
savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
aşiret bozkırları çocukluğum

divane dağın doruğundan tütsün
vakarlı can umular
körpe yarınlarımız

AŞKIN ŞEHRENGİZİ


ne canlar yakmış İç Kale
sararmış resimlerce 
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş 
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü 
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş 
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı 
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların 
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir 
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi 
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir

HOLOKOST AYİNLERİ


seni sarf ayinlerinde 
nahiv mağaralarında
seni bağbozumunda iksir aydınlığının 
ayrı yerlerde aynı şiire gebe iki şair
gibi dehrimde yuya yuya içime ilikledim 
ey! ey diye diye bitiremediğim
avazı çıktığı kadar susan yokluğuna 
beni leyla çağlarımda 
dumrul ağartan yokluğuna
Diyarbekir kalesinin kendi ıssızlığına ücra 
kalan son yalnızlık abidesi 
burcundan tüten yokluğuna
yokluğuna bir şeyler demelisin
 yoksa bu eşk cinneti
bu peykan dilli hüzün bu kırk
ikindi serinliğiyle kavuran nemrud odlara 
bir şeyler bir şeyler çiselenmeli

kavgam! közümün nuru göğnüm 
çavreşamın! kaderamın! birinamın 
hislerimi paymal eden izzet tahtım 
kalbimin aklı! aklımın kalbi
cism-u cânunla yâd-u bilişten beri
ey kendime getirip kendimden geçiren 
bendimi bendene çeviren sevi
tu yamîni ez yê teme 
tu yamîni ez yê teme 
susma bağır çağır
şerhet cüzler! gibi dağılan ümmeti
şerhet dağlanan dirliği hey
bir hamlede kaybolan milyar gülüşü 
en verimli çağında veremli nazarlar 
asırlaşan
şeddeden yılları şerhet


altından ırmaklar akıyor hüznün 
su sesinden divanlarda ferferah 
bir uyku benzeri uyanışımız
kulak zarlarımızda çınlayan aynı nârâ

"tutmayın insanı insana 
şeytan doldurur sonra
görün güneşteki gökkuşağını
saçın Pakdil'in 'And anıtları'ndan 
ki sarıp sarmalasın ara kesitlerini 
arzımızın 'Hamîd çizgisi'
Kudüs'ü bileğinde zaman diye taşıyan 
ulu gönlünü saat yapsın odalarımıza

ittihad sağılınca
göndere çekince medeni yetimizi
metafiziği zonklayan bir bayrak gibi 
hazır olacak Yunus'u üstad Sezai
parmaklarını şimdiden emziren çocuklar 
çocuklarından Kudüs inşa eden anneler 
yürüyor ayaklarında Aksâ gücü
yumruklarında şehadetten K minareleri 
çanı cehenneme haçların
kan prizmalarının! göz üçgeninin 
biz ancak umuttan ağıtlar yakarız 
'geleceğin kara gözlü zalimleri'ne 
ey bengisu pınarımız devam
çağıldamaya Rahman aşkına"


itinayla beklenir
göz göze gelirken hayatımla
şimdi hangi dil tefsir eder bu dilsizliği 
vah bendi o baygın
vah bendi bentlerden geçirerek sıkılaştıran 
safların sahralarında buhran
vahalarında hafakan mevsimi şimdi o 
o şimdi sipahi
Allaha kitaba elçiye davaya

selam sana deccal boğan 
Türkistan gülleri senden haber
Tanzanya albinoları 
Somali bülbülleri 
siyahın en özel tonları senden haber
şanlı Şam görklü Bağdat senden haber 
doğmamış Yasinler senden haber 
Gazze'ye kurşun döktüren İsrail 
evrensel mazlum birliği cihanın 
senden haber senden haber
senden haber bekler

uğrat zulmü soykırıma 
radyasyonlarında boğ
'Vav ocağı'nda pişen süvari kentlerinle 
boylamdan kabartmalar ağacımızı 
yeniden dik söküldüğü bahtsız tarihe
saba makamında nihavend bir hüzzamla 
Kürdî hicazkar edasıyla Selahaddîn'in 
peşrevlere teşne dinç hüzünlerin taksimi 
avlayarak arabesk sahtelikleri
tek adımız müslüman kalıncaya 
içini haykırmadan alçak zirvelere 
öylece durulamam


havasını aldım kalorifer peteklerinin
perdeler geçirdim korneşlere
bir bardak su gibi çalkandı dünyam 
içtim kana kana dudaklarından 
gülen kederler 
acı mutluluklar 
ıraklara dalgın mazgal kenarımda
sensizlik sensizlik aşındım
susuzluğu terliyor avuçlarım
sululuğu terkederek laf lordlarına 
Allah'ın laneti üzerine olsun
şiir yarışmalarının

kopan virgüllerin sayhasını duyan
satırların sadırlara dönüştüğü noktada 
başlangıç dönencesini evirdim
çevirdim devirdim çoğaltılmış öksüzlüğüne 
devşirilmiş yaradan yarasızlıkların
işte bunlar hep amin

içi içini yiyor cehennemin
kanserlerin mevti bekleyişi kadar 
zor mu dirilişi beklemesi bir erin 
sabrede sabrede sabra dönen
bir güzel adamın dinmeyen öyküsünden 
ilham olan bu soru işareti
kancasını takıyor ömrüme 
göğe yükselen mesih timsali
çekiyor kimliğimi belirsizliğine

ruhum eşit yaşta mı ruhuyla Âdem'in 
dışardan yüzyıl dayanamazken
ne asırlar devriliyor içerden
âh hangi enerji hangi sinerjiye 
alamet bu yorgun yılkı
bağırmak isteyip de bağıramamak 
son nefesinde körpe bir vaşak gibi


şiir şuur şiar
selam olsun ulu önder 
Mustafa hazretlerine 
aleyhissalatüvesselam
Yusuf olanların çoktur Yakub'u 
Yakub olanların birdir Yusuf'u

iltihaptan sürünerek vefat eden 
âlim dedemin ıslak takunyaları 
abdest ibriği kokuyor çocukluğum 
biraz Karajdağ biraz Zarifoğlu
bir tutam Eşref Ziya kasetleri

asıl holokost bize
inlet evrenleri savunurken hakkını 
asıl holokost bize
hakkını savunurken şehid
hakkını savunurken ancak kendinsin 
asıl holokost bize

be hey hilali sadrına kül diye takan 
heyhat çağının palmiyesi be hey
be hey şantiyeleri put put putlatan 
İbrahim ateşi İsmail kılıcı be hey
öğret nasıl inşa edilir ins+an
metropoller diken deve çobanlarına 
Hızır değnekli be hey
Musa İsa soluklu hey

ahlaklandır küreyi Mahmud ahlakıyla 
dönder küreseli Ahmed sedasıyla
cilala insanlığı Muhammed imanıyla 
selam olsun ulu önder
Mustafa hazretlerine 
âline ashâbına

komünist emperyalist
siyonist firavunist faşist 
diktatörler kahrolsun


FECR MEVSİMİ


Bil, ölmeden ölmeyenler
Dirilmeden dirilmezler
Serilmeden derlenenler
Serpileni göremezler

Aşkı vurur yere, göğe
Can kıvrılır içten içe
Dipler düşer şu en dibe
Çökmeyenler bilemezler

Mahcupluktur son zirvesi
Dile değil sevda demi
Tadılmakla bilinmez ki
Duyularla içemezler

Aciz gönül, var öteye
Soyun da gir bu çeşmeye
Biz ıraktır ben diyene
Donmayanlar yanamazlar

Dal kırılır, içer özün
En duyulmazlardır sözün
Nereye bakarsam yüzün
Görmeyenler eremezler