CENNETİN CEHENNEMİ



yorgunlukta beyaz kurdelalı kalbin
ensarla muhacirin yoklukta paylaştığı
eski medine evleri kokuyor şimdi
kusacak kadar fazla bolluğun ortasında
hayatın damarlarında tıkanırcasına
üstü kocaman bir kışla kaplı dağlar gibi
akıyorsun tünelden bükülmüş sırtınla
bebeklerin henüz açılmamış gözlerinden
sebepsiz gülüşlerinden öpüyorsun
hoyrat yontların yelesine bir öpüş sanki
çul kilimlerde yer sofraları kalbin
göğertide gökekinler, harman nefesi
helal lokmalar gibi kursağa dizilmeyen
üryan yavruların nasırlı avuçlarında orak
ütüsüz yüzlerinde pürüzsüz memleket
pak soluklarında düğürcük çorbaları
köy gibi nezihtik hep güzeli düşlerken
güğümleri binbir çilesiyle kaynatan
hevesi tandır egişe takılı nenelerce
tütünü kucaklarcasına saran atalar
kalaysız tasta bayat somunlar kalbin
tığları tesbih çekercesine nakışlatan
teyzelerin dillerinde dilsiz nağmeler
hep saflığı çağırır kıdemli ısrarla
yağmurunu bekleyen toprak misali
çünkü anadolum tutunamaz içtensiz
ve bakma pehlivan durduğuna
naylonlar küresinde duramaz ruhsuz
salıncak gözlerinde acılar sallanır
çocuklara bakarken iki misket sanki
usanmadan yüreğine yuvarlanan
hafızan kaybetmek istiyor kendini
sen hep o tel örgülerle çevrili
çocuklukların düşlerini yıldızlayan
dışardan cennet, içerden cehennem
pek nazlı pek havalı çokça yangın
ulaşılmaz lojman parkıydın