İNCELİKLERİN EFENDİSİ


kuşu vefat eden çocuğa taziyeye giderdiniz
rengarenk ebabiller yağardı gül şerbeti kıvamında
hıçkırınca yavrular; namazlar, dualar kısaltırdınız
mukaddes Sina dağı gibi mübarek sırtınızdan
pak torunların inmek istemeyişi gönlüm umarsız
gözyaşlarının tadını iyi bilen mecalsiz diller hatrına
geceler, gökadalarca çullanırken yüreğimin boynuna
ruhumun çocukluğu ahlarken gövdemin mağarasında

siz ki hizmetçilerinize dahi öf bile demeyendiniz
söküğünüzü diker, karnınızda taşlarla gezerdiniz
ayinlerinin kibriyle -piştim- der iken nice kavuklu
günde en az yeştmiş defa; aşkla istiğfar ederdiniz
cümle canlılardan; ezilen emekçilerin safındaydınız
ortaya doğru yeşertip öğütleri kimseleri kırmazdınız
kölelerin ki, azadı için hiçbir fırsatı kaçırmazdınız

anlatmaktan anlattığını yaşamayı kaçırmalar değildi
yaşamaktan anlatmaya vaktinin kalmayışı sahih sevgi
ürkek tavşanların mahzun ceylanlarla buluştuğu
altından saflıklar akan ırmaklar gibi bir geceydi
zarif nehirlerin başını taştan taşa vura vura çağlayıp
uçurumlardan şelale olarak atlarken ki nezaketi
gibi bir havaydı hilalin pırıltısı vururken alın yazgımıza
meltemlerin korosu, resmi törendi kulak zarlarında
ve hasretin şu dağdan yumruğu gırtlağın yatağında
ve zulüm; suskudan tükenen dilceler kördüğüm

vurulan masumların babasından kurşun parası isteyen
otokratları şimdi hangi tarih kabul etsin hafızasına
ey kalbimizin diktatörü siz diktayı bile güzelleştirirdiniz
yeter ki bir işe başlayın, kılınçlar çiçek açardı buzulda
gitmeseydiniz, bitmeseydik, tutuşsaydık yağsaydık
sevdası için kavrulan cehennem gibi küfür tepesine
sessizliğiniz, aniden bastıran mutlak bebek gülüşleri
durgunluğunuz, boraları çekip dindiren kadim kasırga
dolaşırdınız, kuşlar uçardı sanki okyanusların dibinde
canlar sizsiz, vadilerde şaşkın gezen şimdi dilsiz “Şuara”