GÖÇ MEVSİMİ


Balkonda sararan yapraklara bakıyordu

Her yıl usanmadan dirilen ihtiyar ağaçta

Çocukluğunun suçsuz ormanları saklıydı

Yağmurla öpüşen çimlerin burcusu hava

Dalgıç ruh hicret etmiş mazinin en dibine

Renklerini kaybetmekmiş olmanın bedeli

Büyüdükçe hasret kalmak masumiyetine

O bütün ahbap hisler şimdi birer yabancı

Çocuklara merhametle bakan yaşlı gözler

Felç olmuş sezgilerin tarifsiz hüznü meğer

Asırlardır yaşanmayan bir saray hatıralar

Anılar masallarla karışmış durmuş iç içe

Dön bak ne kaldı yorgun kalbinden geriye

Günbatımı sızar eşyaların antik örtüsüne

Ve tozların dansı başlar akşamın şerefine

Bu kez senin için doğar gece ürkme sakın

Göç mevsimidir, tadını çıkar kaçınılmazın

Sarıl ayçiçeğine, tenha güllere, kefenin gibi

Saçlarında rüzgarlar, alnında serin terinle

Vefalı sessizliklerin sakin çığlıklarını dinle

Elveda savaşlara, kinlere, kibirlere elveda

Elveda bütün kötülüklere, elveda karanlık

Elveda bebeklerin yakıldığı vahşi küremiz

Elveda evrenin cehennem bahçesi elveda

Ecel kurtuluş bize, ah ölüm, ne özel veda

SEVDAMIZ DİYARBAKIR

Onurlu hayatların şehrinde geçti ömrüm

Bazalt avlularda kadim çocukluğum

Nabzımda asırları yontan Dicle serinliği

Sesimde zorlu zamanların buruk hatırası

Gönlümün çağıltısı dolaşmış her karışını

O bütün saflığı, berraklığı, ahengiyle

Bizi aşkın varlığına hepten iman eyleten

Sırlarım surlarına karışmış aziz kentim

 

Sevdamız, Diyarbakır, mükellef evimiz

Ocağında binbir çile harlanan irfanıyla

Bir şehir ki en güzel öğretmeni gönlümün

Bir şehir ki insanı kendiyle barıştıran vefa

Ey barışın, anlayışın, haysiyetin başkenti

Kıyamete dek kardeş kıl yiğit evlatlarını

Sen ki hep iyiliğe hep doğruluğa layıksın

Tarihin yüreğinde çağıldar sessizliğin

 

Süleyman Tepesinde peygamber rüzgarları

Hep okşadı yıllarca yetim başlarımızı

Yorgun bakışlarımda dağlarının özlemi var

Sevdamız, Diyarbakır, heybetli yoldaşımız

Peygamberler dağının gölgesinde yeşermiş

Baraj çocukları kadar sevinçlidir kederim

Çünkü hep sende yaşadım ve bir gün ey

İnşallah o merdane bağrına gömüleceğim

 

Tarihin yüreğinde çağıldar sessizliğin

Sen ki hep iyiliğe hep doğruluğa layıksın

Kıyamete dek kardeş kıl yiğit evlatlarını

Ey barışın, anlayışın, haysiyetin başkenti

Bir şehir ki insanı kendiyle barıştıran vefa

Bir şehir ki en güzel öğretmeni gönlümün

Ocağında binbir çile harlanan irfanıyla

Sevdamız, Diyarbakır, mükellef evimiz

 


KALENDER

beden toprağında can rüzgarı kalbin

eser durur cezbeyle deryalar dibinde

surlaşan serler kuşatır mana bahçeni

mest dergahı göğsünde yeşerir neyler

meyler sarar havayı esrarın ahengiyle

cisimler ve evrenler ötesinde o soluk

ciğer hasret yürek hasret sevda hasret

nefesler nefesi sırra hasret bile hasret

usturlab edalarda aşkın düğünü başlar

ölümler doğumlardır mavera güllerine

 

VİSAL

nağmeler raks eder göğünde vecid

göğünde nur bahçesi yıldızlar hayran

semah eyler gönüller can meclisinde

taşar kadehlerden sonsuz ummanı aşkın

çığrışır ıssız sessizler o derin çığlığı

toplanır adını ömrüne kazıyan ruhlar

vefanın görkeminde ulu dağlar yeşerir

rızanın bengi firdevsi sarar her yanı

aşıklar mahşerinde görklü visal salınır

çileler bâdema gülümseten anılardır

ARAF




Adem’in tevbesi mi bükük boyunlarımız

Ahlarız meyler gibi rüzgarın hırçın yurdunda

Elde can, dilde canan, vurulduk en derinden

Su içtikçe susarız, meded, su içtikçe susarız

Ömürlük kırılışın hep yankısını derleriz

Bir Zülkarneyn asası gerek çağa bir de set

Vahşetlerin çiğnediği dünyamıza bir seda


Saz yangın, mızrap yangın, nükte yangın

Tutuşmuş bahtın harap güllerin bahçesinde

Etten kafeslerimiz, duvarlarımız şehvet

Dehşetli yarınların hep sureti siretimizde

Kalbimiz sırat olmuş kayıp yörüngemize

Bize bir İsa gerek Rabbim bize bir İsa 

Dinmeyen, yılmayan, savrulmayan bir asa


Sararmışız, solmuşuz, dağılmışız, mahcubuz

Topla bizi Sahibimiz, yeşert bizi Şahımız

Ağların dağlarında kendimize hapsolmuşuz

Buldur bizi bize ey şanı sonsuz Sultanımız

Bitmek bilmez içimizde Nuh tufanları dindir

Bir soluk ver daralan nefeslerimize ey Hu

Bir şule ver ki çorak közümüz agah olsun


Bilal Yavuz


BOTAN


Namusun namlusunda göverdiler
Eşit paylaşmanın lezzetine vurgun
Onurlu partizanlar
Bir ceylansı düşe beraber inandılar
Kahpeliğe secde eden engereklerden
Zamazingo puştlardan
Kaşkaval kümelerin 
Pazarından, mezarından ırakta
Kalemle, sahneyle, sazla, aşkla, silahla
Dik durmanın kitabını yazdılar
Bilekleri Yılmaz
Yürekleri Kaya
Vicdanları Arif
İdrakleri Sezai
Bir ceylansı düşe beraber aldandılar
Canlarında azmin ve sabrın fişengi
Kana kana içtiler sevgiliyi
Sevdayla, düşle, umutla
Yeşerdikçe yeşerttiler erliği
Susarcasına susmadılar
Tetikte şarjörün mahiri
Alanlarda kavgasının çakırpençesi
Mermisi mavzerinde 
Çıldırasıya tenha
Yiğitler dökülür dağların sırtlarına
İşte Ömer, diğeri Che
Biri Ali, Castro öteki
Kapital imansızın çöktüler gırtlağına
Civanmert, cengaver
Sıkılmış yumruklarla 
Özgürlüğün marşlarını dinlettiler
Tanklara, füzelere kurşunlarıyla
Cesaretin cesaretiydiler
İhtilalcilerin bir mezarı bile yok tarihte
Onlarsa tarihin haysiyeti
Haysiyetin tarihi oldular

RONAHİ


Eflâtun karanfiller verir Aras 
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya 
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben
Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından

Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar 
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras 
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür

82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim

LEYLAN



Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
İlkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır

Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca

Kaç dağdır aşılmaz olumuş içim
İçin için tüter kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına 
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim

HİVDA


Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında

Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların 
Gül Hivda… Gülşen Hivda…
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda 

Babaçkolar rıhtımında bir mavi rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere 
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların
Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da

Vardakostalar zamazingo 
Voliyi vurmuş godoş hırtapozlar kanişi
Hey gidi erlik hey şimdi şinanay 
Zartayı çekmiş yiğitler
Mıshıtçı gebeşlerin melun insicamında
Sigortası atmış janti yürekler
Bilenmiş zırzoplara 
Puskun, kıvam bekler

Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma 
Can Hivda… Canan Hivda…
İşte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir bahar
İçerde hep kış mevsimi

SEVDE



Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi

Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür 
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine 
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik

Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
İmam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı 
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının

Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
“Karışsın köz yaşlarımız
Karışsın, yeşil…”

ROZA



Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller ağında
Bıçkınları puluçlarla oydular

Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun

Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa

Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş

Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem

PENÂH



Risâlet göklerinin şemsi
Riyaset tarihinin başkenti
Senin senalar kokan
O mübarek gönlündü

Adaletinden selamet
Cesaretinden nezaket taşardı
İraden doruklar kadar
Merhametin âlemler aşardı

Fârân dağlarında bir Gül
Uğruna gülistanlar feda
Cömertler cömerdi ellerin
Şifalar nehriydi alınlara

Öyle bir merhaba eylemiş ki 
Hayatın ömürlere
Sonsuzluk düşleri zât-ı âlinle
Yârenlik hayalleri

Penâhımızsın ulu önder
Karanlık kuyularda hilalimiz
Işığın içindeki rehberimizsin
Nur dolar baktığın yer

Biz dünyaya bulanmış
Sevenlerini çek çıkar
Devranın batağından
Canın canımıza Hira

MEVLÎD


Doğ ruhumuza Efendim
Saraylar çökertelim
Kurutalım kötülüğün gölünü
Çorak canları tufan bassın
Küfrün ateşi sönsün
Dünya ravzana dönsün

Doğ ruhumuza Efendim
Ebvâ’da gül mevsimi
Çözsün dilsiz cevheri
Mübarek validenin
Mahzun kemiklerine bile
Göz koyanlar kahrolsun

Doğ ruhumuza Efendim
Badiye yaylamızda feyiz
Sahralar vahalarla çağlasın
Hayalinle donansın cihan
Mefkûrenle dirilsin naaşlar
Naatlar serden geçsin

Doğ ruhumuza Efendim
Doğ da imana boya
Zamane Kureyşleri
Doğ ruhumuza Efendimiz
İki cihan serverimiz
Doğ ki ölsün yasımız

ÇAĞRI



Şu cihan çöllerinde
Muazzez deryana hasret
Bin sessizlikle yıkanmış
Kurak bir ırmak sesim
Ağlar, çağlar, dağlar ey

Rikkatinin zarafeti dahi
Kırk korku salmış hasmına
Tevazunda heybet dağları
Nadide görkeminde
Rahmetin kâinatı saklıydı

Firkatin tamusunda
Sensizlikten eriyen
Figan peteklerine
Her gün bir hüzün yılı
Canımız ağrıyor ey

Mahcupların Efendisi
Masumların Efendisi
Mazlumların Efendisi
Öksüzlerin Efendisi
Issızların Efendisi

Efendim, Efendimiz
Sözlerin tesellimiz
Seni görmeden gördük
Seni duymadan duyduk
Bağrına bizi de bas

BEJNA


Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan
Perçemin pençeler canı
Perçemin dehşet, zalim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır

Rengin nasıl da ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın
Vefalı rüzgarlara vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler

Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım
Biz bizde Amed
Biz bizken masumiyet
Biz bizsiz esaret
O gün sen de anlarsın



KAMER


Birlik aktarında ne burcular vardır ne burcular.
Sürgülenmiş, geçmiş yürek yüreğe; 
aşktan baygın rayihalar, ıtırlar…
Teklik semaverinde fokurdar güzelliğin görgüsü.
Buhurdanlar çağıldar buruk koylarda.

İşte nezaketin zarafeti, Sevgilimiz…
Nasıl da salınır incelikler deryasında, nasıl!
Hasretiyle kavrulmuş gönüller meclisimiz;
nasıl da kıvranıyor ateşin firdevsinde, nasıl!
Can feryad, can figan, can yangın yeri.

Kainatın kalbi aşkınla coşar durur,
çalkalanır gök deryası, susar şemsler tekkesi.
Taşar zahirler ardından görklü ehad denizi,
taşar da deşer ruh dağını dağlaya dağdağa...
Vur mızrabı canın canına, mühürle ey.

Sırların sırrında belirmiş aşkın karası…
Gömülmüş susuzluğun göğsüne uçsuz umman,
ins aynalarının hirasında bu aynasızlık da ne?
Bu mahşeri ıssızlık kalbe nerden musallat…
Gel dindir gecemizi, ölsün sessizliğimiz.

DİRENİŞ



Ufuklardan bir ses gelir
Gül yaprakları kımıldar
Ben şimdi burada

Ateşten gömlekler düğümlenir
Bir sevda yağmurunda
Düşlerim ıslanır ve saçlarım
Dalgalanır direniş rüzgarında

Silahlar feryat eder
Zalim ellerde
Tanklar, bombalar ve her şey
Boyun eğmiştir Hakk'a

Kuşlar teselli eder
Ümit gözlü çocukları
Ve konar hüzünle
Balkonlarından balkonlarımıza

Her yerde kuş sesi 
Fakat insanlık
Dinlemiyor gibi artık
Barış türküleri kuşlardan

Bir de damarımdan gelir
Damarlarda dolaşan ses
Nefese karşı nefes
Hayat kumarlarında

Yakınlardan bir 'ölü' gelir
Adı vicdan
Vicdansızda kaybolan
Ve biz şimdi çilekeş
Sömürülmüş bir çağda
Kan emicilere direnişimiz

Haydi... Vakit geçiyor...
Yankılansın uydulardan
Duyulsun fezâda o söz...

YELKOVAN


Zaman ki; yuvasıdır ömürlerin, yaşananların ve yaşanamayanların, söylenenlerin ve söylenemeyenlerin, seslerin ve sessizliklerin…

Zaman ki, kadim dostudur mekanın, cismin, ruhun, anlamın. Zamansızlığa sırlı bir menzil…

Zamana meydan okunmaz, meydan okuduğunu sanırsın. Üfleye üfleye kemirir ervahı, fizikleri, yaşam habbelerini.

Zaman ki, sen ona ve o sana yol, sen ona ve o sana yolcu. Birbirinizde yaşlanır, birbirinizde olgunlaşırsınız.

İnsan, vaktin oğlu. İnsan, çağının ağı. İnsan, müddetin iddeti. İnsan, nisyan. İnsan, umut. İnsan, eriyiş. İnsan, kum saati, kalb saati, can saati.

Zaman insanda, insan zamanda girift... Birbirinde uyuyan acı bilmece…
Zaman, kıymeti bilinmez nimet… Zaman, definenin kalbindeki çetin hazine…

Ne zamana dek böyle sürecek? Neden izin veririz boş karakterlerin onu bizden çalmasına. Varlığında bir kez nasib olan müddetinin ziyanına razı olma.

Zamanı sev, o kendisini seven sadıklarına aşıktır. Emekçilerine mükafatlar saklamaktadır. 

Kendi zamanının ötesine geçen unutulmazlar, onun sınıfının en çalışkanlarıdır. Zamanın denizinde damla ol, zamanın damlasında derya.

Ziya Osman Saba’nın dediği gibi:

“Geçiyor beklenen günler,
Geçiyor gelmeyen günler.”

Kudretullah’ın akılları hayrette bırakan zaman fezasına yıldız ol, onu israf etme. Zamanın erittiklerinden olma, öğüttüklerinden ol.

Bilal YAVUZ